16 Kasım 2013 Cumartesi

Altın Kafesinde Bir Kuş

Aynanın karşısında saçlarını tarıyordu. Ne kadarda uzamıştı saçları… Zamanın geçtiğini bir her gün doğan güneşten bir de her gün biraz daha değişen bedeninden anlayabiliyordu zaten. 
Ölüm geliyordu… Her an biraz daha yaklaşarak, her yaklaşmada vücudunda başka bir iz bırakarak… 
Aynanın karşısından kalkıp odasında dolaşmaya başladı. İçi sıkılıyordu. Hayat paylaşılınca güzelleşiyordu. Onun hayatını, özlemlerini, gözyaşlarını, kahkahalarını paylaşabileceği bir dostu hiç olmamıştı. Birden aklına bir şey gelmiş gibi durdu. Sonra odanın kapısına doğru yöneldi. Merdivenleri üçer beşer inerek ufacık bahçesine ulaştı. Rengarenk çiçeklerin arasından geçerek kıyıya ulaştı. Bir kayanın üstüne oturup ayaklarını denizin tuzlu sularına daldırdı. Suların karşısında bambaşka bir dünya vardı… Hiç ait olmadığı ama ait olmayı çok istediği…
Yıllardır hapsedildiği bu küçücük dünyadan dışarıyı seyretmişti. Karşı kıyılardaki insanların heyecanla koşturmalarını, balıkçıların balık tutuşunu, Sevgililerin hasretle kucaklaşmalarını… Ve yıllardır onların arasında aynı coşkuyla dolaştığını hayal etmişti…
Ne garipti! Babası ülkenin en zengini, en söz sahibi, en büyük insanıydı. Ama onun mutluluğunu satın alamıyordu işte. Belki onu çok seviyordu, belki tüm bu küçük dünyayı kızının iyiliğini düşündüğü için var etmişti, ama olmuyordu işte… Ölümden kaçarak yaşanmıyordu. Bir gün zaten ölecekti öyle ya da böyle. Sadece ölümü geciktirmek için hayatını kocaman bir boşlukla doldurmuşlardı. 
Küçük şatosu onu etrafındaki sular yardımıyla, dışarıdaki dünyanın bütün kötülüklerinden koruyordu. Babası bu şatoyu onu korumak için yaptırmıştı zaten. Denizin ortasına küçük bir adacık oluşturmuşlar bu adacığa da içinde yaşadığı küçük şatosunu yerleştirmişlerdi. Her gün bir önceki günün aynısı gibi geçiyordu burada… Tek eğlencesi kitapları ve dadısının anlattığı küçük öykülerdi. Gözlerini kapatır, bazen okuduğu öykülerdeki kahraman olur hayatın içine karışırdı, bazen de derin bir yalnızlık duygusu içinde kaderine kahrederdi. 
Bir medyum babasına kızın yılan sokması yüzünden genç yaşta öleceğini söylemişti. Kızını çok sevdiği içinde babası düşünmüş taşınmış ve denizin ortasına yılanın gelemeyeceğine karar verip kızı için bu şatoyu yaptırmıştı. Evet yılan yoktu burada, diğer hiçbir şeyin olmayışı gibi… Arada sırada bahçesine konan martılar hariç… Ama ölmemek için bir nedeni de yoktu. 
Haftada bir kayıkla yaşlı bir teyze gelirdi. Sebze meyve getirirdi ufak şatoya… O hep içinde olmak istediği dünyadan gelen misafirini baş köşeye oturtur ve anlat derdi. İnsanları anlat, orada yaşananları anlat, yeni doğan çocukları, ölenleri… Her şeyi anlat ne olur, derdi…
Yaşlı teyze hiç sıkılmadan o hafta ne olmuşsa anlatırdı. Bazen saatler sürerdi konuşması. Kız teyzenin ağzından çıkan her kelimeye dikkat eder hep daha fazla şey anlatsın isterdi. Ama zaman zannettiği kadar yavaş geçmezdi böyle anlarda…
Yaşlı kadın gittiği zaman kendisi ile gerçek dünya arasındaki tek bağ kopmuş gibi hisseder ve saatlerce ağlardı.
Güneş gökyüzünde yükselmeye devam ediyordu. Ayaklarına çarpan dalgalar aldığı hazzı arttırıyor, heyecanlı bekleyişi bir türlü sona bağlanmıyordu. Bu gün yaşlı teyze gelecekti. Ona yeni şeyler anlatacaktı. En çok şu kimseyi beğenmeyen şımarık genci anlatmasını istiyordu. Acaba beni görse beğenir miydi diye düşünüyordu elinde olmadan. Karşı kıyıdan bir kayığın hareket ettiğini görünce gözleri parladı. Evet teyze geliyordu. Zaman hiç bitmiyordu sanki. Ufacık yol büyüyor da büyüyordu. Bir çok kereler teyzenin geldiği kayığa atlayarak karşı kıyılara geçmeyi ve orada insanların arasında dolaşmayı planlamıştı. Ufacık bir dalgınlık anı yetecekti tüm bunlar için ama kayıkçı hiç ayrılmıyordu kayığın içinden. 
Sonunda yaşlı teyze ufak şatosuna gelebilmişti. Kayık ağzına kadar erzak doluydu. Yeni elbiseler getirmişti kıza… Yeni elbiselerini gösterecek kimsesi olmayınca yeni elbise geldiğine sevinemiyordu… Teyzeyi kayıktan alıp bahçedeki çardağa getirdi. Birlikte sandalyelerine oturup dadısının getirdiği limonatalarını yudumlamaya başladılar. Teyze elindeki sepeti göstererek “Senin için bahçeden topladım bu elmaları, bu senenin ilk elması hadi bir tane ye de için açılsın” dedi. 
Genç kız Elini sepetin üstündeki örtüye uzattı ve örtüyü kaldırdı. Örtünün altından elmaların arasına gizlice girmiş olan yılan başını uzattı genç kıza. Ne yapacağını şaşırmıştı. Ufak bir çığlıktan sonra yılanın soğuk dişlerini boynunda hissetti. Zehir yavaş yavaş damarlarında yayılıyor, aydınlık olan gökyüzü kararmaya başlıyor ve artık martıların sesi gelmiyordu. Babası çok uğraşmıştı, onu bütün güzelliklerden mahrum etmişti ama işte ölmesini engelleyememişti. Ölüyordu… Suçsuz… Günahsız… Hiçbir şeye sahip… Ölüyordu…
2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder